İBRAHİMÎ İMAN

İBRAHİMÎ İMAN

İmanın tanımının yapıldığı her cümle gerçekten de inanılarak mı yapılmaktadır? Kim kendi imanını masaya yatırarak konuşmaktadır ki! İman, konuşulması en zor konu ama konuşmaya başlanılması gereken en birincil ve önemli konudur.

Öncelikle bizden beklenen iman nedir onu anlamak gerekir. İman sadece bir düşünce midir yoksa fiil midir? İman, herkesin bildiği Descartes’in “Düşünüyorum o halde varım” sözünde oluğu gibi insanın kendinin farkında olması ile başlayan bir farkındalık sürecinde mi inkişaf etmekte yoksa Nurettin Topçu’nun “Düşünüyorum, hareket ediyorum o halde varım” felsefesinde olduğu gibi varlık aleminde kendinde yer edinen eylemsel düzlemde bir oluş mudur? Bu sorulara Kur’an’ın ifadesiyle bizlere en güzel örnek olan Hz İbrahim’den cevap bulabiliriz.

Kierkegaar “Korku ve Titreme” eserinde İbrahimi imanın paradoksunu ele almaktadır. İmanın paradoks barındırdığını ve her bir bireyin bu imana ancak iman şövalyesi olma koşuluyla ulaşabileceğini söyler. Bu iman şövalyeliği bir kahramanlık değildir. İbrahim oğlunu kahraman olmak için kurban etmeye kalkışmamıştır. O, koşulsuz olarak Tanrı’ya olan imanı gereği, Tanrı’nın isteğini yerine getirmiştir. Yazar, bizlerin de bu imanı anlayabileceğimizi ancak bu imana sahip olunabilmek için tümele yaklaşmak gerektiğine değiniyor.

Tikel ancak tümel bir kavrayışla kendini gerçekleştirebilir. Böylece tümelle de bütünleşmiş olur. İşte paradoks burada ortaya çıkıyor. İbrahim tümel etik kurallarını aşan bir eylem gerçekleştirdiği için iman şövalyesi olarak kabul edilmektedir. İbrahim’in yapmış olduğu bu davranış tümel etik kuralları çerçevesinde değerlendirilecek olsa bir cani olarak görülür. Ancak İbrahim ile cani arasındaki fark niyet ve adanmışlıktır. Bu noktada S. Kierkegard, Hegel’in ahlakın tümel özelliği olduğuna ve niyete bakılmaksızın sadece eylemin değerlendirilmesi gerektiğine dair görüşlerini de eleştirmektedir.

İbrahim’in hikayesi dilden dile dolaşan, tabiri caizse soğuk kış gecelerinde sobanın etrafında çocuklara anlatılacak bir kahramanlık öyküsü değildir. Her ne kadar bu dünyada İbrahim hakkındaki kıssayı ezbere bilen sayısız insan olmuş olsa da aslında bu kıssa uykuları kaçıran üzerinde ciddi manada düşünülmesi gereken bir hadisedir. Bu sebepledir ki onu ne kadar az anlasak da, o görkemini korumaya devam eder. İbrahim’i anlama çabası onu unutulmaz bir duruma dönüştürmüştür. Çünkü iman İbrahim’le özdeşleşmiştir. İman da Kierkegaar’da göre, kalbin doğal bir eğilimi değil, yaşamın paradoksudur. Yaşama sahip her bireyin içinde bulunduğu haldir. Ancak iman nedir? Kaçınılmaz olarak ortaya atılan bu sorunun cevabı İbrahim’dedir. 

İmanın hiçbir düşünce tarzıyla kavranılamaz olduğunu ortaya koyan yazar, imanın düşüncenin bıraktığı yerden başladığını söyler. Bunu da şu ifadelerle açıklamaktadır:

“Tevekkül için iman gerekmez, çünkü ben tevekkülle ebedi şuuru kazanırım ve bu, gerektikçe yaparak kendimi avuttuğum ve yapabilmek için kendimi zorlayabileceğim türden, salt felsefi bir harekettir, sonluluk ne zaman başımdan aşsa, hareketi yapana kadar kendimi açlığa mahkum ederim; zira benim ebedi şuurum Tanrıya aşkımdan ibarettir ve bu benim için her şeyden daha üstündür.  Tevekkül için iman gerekmese de, hiç değilse ebedi şuurumdan fazlasına sahip olabilmek için iman gerekiyor, paradoks da tam bu oluyor.” (Korku ve Titreme (Diyalektirk Lirik), Soren Kierkegaar, çev. Nur Beier, Pinhan Yayınları, 2021. s.69)

Bu ifadelerden imanın aşktan üstün tutulduğu da anlaşılmaktadır.

Sonuç olarak denilebilir ki iman, bir paradokstur. Bir cinayeti kutsal yapıp, Tanrı’nın hoşnutluğunu kazandırmayı içeren bir paradoks… İman verilen bir görevdir ama etik bir görev değildir. Tanrı’ya olan iman, etik açıdan görev sayılan şeylerin zıddı görevler yükleyebilir. İmanın yaşamdaki varlığı burada ortaya çıkar.

Taha Abdurrahman da “Amel Sorunsalı” eserinde aklın cevher değil, bir araz olduğunu söyler. Arazı da ikiye ayırır, nitelik ve fiil. Aklın fiil olduğunu ifade eder. Kur’an-ı Kerim’de ‘a-k-l’ daima fiil formatında olması sonuç itibariyle ameli ortaya koyması açısından bir bağlayıcılık doğuracağını ekler. Haliyle buradan da anlaşılmaktadır ki iman akılda kalsa dahi aklın eylemsel boyutu dolayısıyla iman amelle vaki olacaktır.

İmanı anlamak anlamlandırmak için bir sıfır noktasına varmalı, Rasim Özdenören’in de söylemiyle yeniden inanmalı. Zararlı otlar misali imanda filizlenmiş batıl inançlardan kurtulmak için İslam ile ilgili hiçbir şey bilmiyormuş gibi düşünerek bağışıklık kazandığımız bu yanlış inanışlardan kurtulmalıyız.

 “Ey iman edenler! Allah’a, Peygamberine, Peygamberine indirdiği kitaba ve daha önce indirdiği kitaba iman edin.” (4/136).

Bu yeniden iman elbette tüm çıkarlardan uzak ve tüm davranışları yeniden inşa edecek şekilde olmalıdır.

Vardığımız tüm bu sonuçlar bizi imanın koşulsuz olduğuna götürmektedir. Bu koşulsuz imanı açıklayabilmek için nasıl bir kelime kullanılabilir? Sanırız ki sadece “İBRAHİM” demek kafi…

NAZMİYE AYHAN

Share This:

Leave Your Comments

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Copyright 2023, İSAD - Tasarım MORE IT Tüm Hakları Saklıdır.